A kadınım,
A hüznümün bahçesi...!
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların buselere sağır...
Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın
hazzını yeniden verebilmek için...
Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için
çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi...
Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki "açık" biletle mecalsiz bekleşiyoruz.
Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden
takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o
çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım.
Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış
maskelerimizden... mecburi rollerimizden...
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk
gibi, azad olurduk kendimizden...
Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden
gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa
gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp
keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya....
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla...
Uşşak makamında...

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol